Hakikatin yalnızca bulunabilir değil de aranabilir bir şey olduğunu kabullenip bunu kendi içimde sindirmeye çalıştığım bir sıra izlediğim için bu filmi benim adıma diğer Kieslowski filmlerinden ayrı bir yerde duruyor. Belki hakikat büyük bir söylev olacak, bu kısma benlik de diyebilirim. Çünkü hakikatimi benden başkası arayamaz, ben de hakikatten daha büyük bir şeyin peşinden koşamam. Hakikat bir tane olsa bile bunu kendi hikayemden başka bir yerde bulamam, bulsam da benimdir diyemem.
Camera Buff filmi ile Kieslowski’yi tanımaya dair pek çok şey görebiliyorum kendi adıma. 35mm’lik bir kamera ile sinemayla tanışan ve etrafını kaydetmeye başlayan Filip, bana yönetmenin zihnini de apaçık bir şekilde sunuyor. Bunu ayrıca belirtmek gereksiz olabilir (yani pekala eserde sanatçıyı görebiliriz, görürüz) ancak Kieslowski’nin kısa metraj filmlerini ve günlük hayat hakkındaki düşüncelerini biliyor olmak beni bu anlamda daha fazla düşündürdü.

Ana karakter Filip’in bir kızı oluyor ve arzuladığı mutlu aile babası olma zamanına kavuşuyor. “Karım, bebeğim ve evim, her şeye sahibim.” Böyle diyor Filip karısına, istediği her şeye ulaştığını düşünüyor, üstelik bu kadar genç bir yaşta, bu mümkün mü?
Büyük bir mutlulukla kaydetmeye değer gördüğü şeyler yaşamaya başladığı bu zamanda ortaya çok çekimser bir tavırla kamera çıkarıyor. Bebeğini, ailesini, dolayısıyla kendi hikayesini kaydetmek için. Kamerayı inceleyen arkadaşlarına kısa bir örnek gösteriyor. Kamerayı odada gezdiriyor ve televizyonda gösterilen resitalde duruyor. Piyanist parçayı bitirdikten sonra büyük bir alkış alıyor. Filip’in bu âna hayranlıkla bakışı, içinde bulunan boşluğu bize az da olsa gösteriyor. Eksik gördüğü, uzak gördüğü, içinde elinin uzanmadığı yer neresi, artık buna aynı yerden bakıyoruz.
Etrafı filme çekmeye başladıkça kaydetmeye değer gördüğü şeyler de değişiyor Filip’in. Hareket eden her şeyi çekiyor ve dünyaya karşı yeni bir bakış kazanmaya başlıyor. En başta, varlığıyla kendisini tamamlayan karısı ve kızını çekmek isterken zamanla kendinin dışına çıkıp pencerenin önünde duran kuşu kameraya alıyor. Böylece diyebiliriz ki dışarıya bakmayı, üstelik Filip’in gözünden dışarı bakmayı öğrenmeye başlıyor. Doğum gibi mucizevi bir olaydan sonra sokağın günlük halinde estetiği yakalıyor. Üstelik kimse demeden gördü bunu, kendi gözü ona eşlik etmeye başlıyor.
Saadeti zannettiği şeylere kavuştuğu anda kucağındaki her şeyi yere bırakıyor. Sahip olduğu şeyleri kaybetmeye başlıyor ama yerini başka güçlü şeylerle dolduruyor. Bu değişimde kendini bulmaya çalışmakla hakikate yaklaşıyor. Sonsuza kadar sürecek bir tatmine ulaşacağım zannederek her şeyinden vazgeçebiliyor. Bu esnada hayatında olup bitenleri uzaktan seyrediyor ve dahil olmaya çalışıyor. Diğer sinemacıların cümleleriyle etrafına “sinemacılık” taslıyor. Başka meselelerin konuşulduğu, başka şeylerin önemli olduğu bu yerde kendine hemen bir yer edinememekle beraber artık önceki yerinden de oluyor. Çok geç, kabul gördüğü güvenli alandan çoktan çıktı, ne yapsa amatör kalıyor.
Bir ânı, anıyı, böylelikle zamanı kaydetmek, kaybedilen her şey için yakınında bir yer ayırmak demek. Bu yolla Filip de yakınlarını yanında tutuyor. Gerçeği arıyor ve bu andan sonra sinemanın gerçekliği kendisi ve çevresindekiler tarafından daha da görünür oluyor. Bir zaman sonra hayatına dair her şeyi ekranın karşısında izlemekten başka bir şey yapamıyor. Ayların geçtiğini, kızının büyüdüğünü bile film kayıtlarından fark ediyor. Yakınından baktığı şeylerin uzağında kalıyor. Diyebiliriz ki bu yolla zaman, mekan, benlik, mutluluk kavramları sağlam bir şekilde yerinden oynuyor. Dışarıyı olduğu haliyle kayda alıyor ve kamera hafızamıza hizmet etmeye başlıyor. Çoktan terk ettiğin yaşına ait bir fotoğrafa, artık hayatta olmayan birine ait bir kayda bakmanın büyüsü sonu olmayan bir şahitlik sunuyor.
Yakınında olan her şeyi bir bir kaybetmeye başlıyor Filip, üstelik yan yanayken oluyor bu. Görüyoruz ki araya kamera ile giren mesafe zamanla kendi boyutlarını aşıyor ve her şeyle arasına koşsa de bir türlü kapanmaz yollar giriyor. İki suya birden aynı anda dokunmak mümkün müydü? Bu hayat daha iyi nasıl yaşanırdı bilemiyorum.
Kusursuz bir kaybediş yaşayan karakter filmin sonunda en başa dönüyor. Artık elinde kendi hikayesinden başka bir şey kalmadı, elinden kendinden başka bir şey de kalmadı. Kayıt tuşuna basıyor ve çok iyi bildiği bir hikayeyi anlatmaya başlıyor.
Tuğba Yigen

Yorum bırakın