Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri Üzerine

“Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri” filminin yönetmeni Önder Esmer ve yapımcısı Matthias Kyska ile filmin yapım süreci, arşiv temini, Sinematek’in dünü ve bugünü, filmin politik duruşu, festivalin işlevi ve genel hatlarıyla sinema üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

Büyük ihtimalle böyle bir arşive kaynak oluşturabildiğiniz için ülkede bu konuya en hakim insanlarsınız. O yüzden öncelikle direkt olarak sizlerin de Onat Kutlar ve Sinematek hakkındaki duygu ve düşüncelerinizi almak isterim.

Önder Esmer: Aslında tanıklığını bilmediğimiz fakat anlamaya çalıştığımız bir dönem. O sebepten içselleşebildiğimiz oranda mesafe kurmaya da özen gösterdik diyebilirim. Bu, taraf olmadığımız anlamına gelmez tabii, tamamen doğruda durmak ihtiyacıydı. Kişisel okumalarda yahut dinlemelerde yeniden bir yorumlama ihtiyacı doğuyor her defasında. Bazen yüreklice savunmayı seçerken bazen kızgınlığını dile getiriyor insan. Bilmelerin haricinde yolculuğun çeşitlenen duygularını sevdim diyebilirim. Geçmişe dair özel bir yorgunluğu sevmek. Nihayetinde kendi zamanının çizgisinde insanlarız, uzanabilmeyi seçtik.

Böyle bir belgesel film yapma fikri nasıl meydana geldi? Bu arşive tanıklık etme ve karşınıza çıkacak olan şeyleri bir film haline getirebilme heyecanı sizler için nasıl doğdu?

Önder Esmer: Onat Kutlar’ın “rastlantı”larına benzedi biraz. Öğrenci olduğum zamanlarda, bir arkadaşımı uzunca süre tren garında beklerken çantamda taşımak üzere bıraktığı “İshak” adlı öykü kitabını okumaya başladığımda tanıdım Onat Kutlar’ı. O anın hissiyatını hatırlıyorum. Fethi Naci’nin: “İshak, ‘uzakta bir başına’ duruyor bir ada gibi.” sözleri yerinde olur. Tabii başlamak değildi.

Sonraki yıllarda, sanırım iki yıl kadar, Vefa’daki kitapçıda bulduğum Halit Refiğ’in “Ulusal Sinema Kavgamız” kitabını gördüm kitaplığımda. O gece içerlediğim heyecanı anlatamam. Kendi zamanımın kuruluğunda yalnızlaşmışken savunulan düşünceleri görmek beni çok etkiledi. Olabilseydim! Acaba bütün detaylarıyla bilebilir miydim? Geçen zamanımın çabası buna döner miydi? İlerleyen sayfalarda “Onat Kutlar adında yeni bir sinema yazarı” sözü takıldı aklıma. Ve çokça adının tekrarıyla Sinematek ve daha birçok isim… Hemen şaşkınlığımla anlamaya çalıştım. Böyle diyorum çünkü bambaşka bir dünyaya benim için bir merhabaydı.

Bilmek ve düşünmek kişiseldi. Hareketlenebilmek peki? Zaten dostlarım olmasaydı… Bilmek konusunda güvenimden kuşku duymadım, ama harekete geçebilmekten çekinceliydim. Lisansüstü öğrencisi olduğum Müjgan Yıldırım’a konuyu açtığımda beni içtenlikle teşvik etti. Birinin size güven duyuyor olması inanın bütün bulutları dağıtıyor. Ama hala başlamak değildi.

Arkadaşlarla bir araya gelerek kolektif bir amacı hedefledik. Romantize ederek söylersem, tıpkı: “Genç Sinema Hareketi” gibiydi buluşmalarımız. Daha geçmişten fikirleri de sevdik: Vertov’un “Kinokslar Grubu” kadar! Takdir edersiniz ki “sürdürebilirlik” dediğimiz engelleri görmüyorduk. Gerçekliği ağır bastıkça yavaşlayan bir sürece evrildi. Kolektif kavramı Abidin Dino’nun değişiyle “İmece” kavramına evrildi. Çekimler sonrası yorgunluğu üç arkadaş kırmaya çalıştık. Bu direnç epey uzun soluklu ve belirleyiciydi. O sebepten yarı kolektif bir çalışma oldu diyebilirim. Hepsinin benim gönlümde yâdı durur, onlar olmasaydı “uzakta bir başına” bu düşü unutuyor olurdum. Çünkü yapılan eser, künye tarifiyle yönetmen önceliğini öne sürse de bizler ortak bir çabayı buluşturduk. Bu bana göre başlamaktı.

Konuya hakim çok fazla insana ulaşılmış. Bu süreçte konunun muhataplarına böyle bir projeniz olduğundan bahsettiğinizde nasıl geri dönüşler aldınız?

Önder Esmer: Güven kazanabilmek önemliydi. Nihayetinde sadece soruyu sormak yetmiyor. Bir yıl kadar hazırlık aşaması sürdü, konuyla ilgili bütün kaynakları inceledim. Hatta dönemin ruhunu anlamak adına kültürel, politik ve aktüel yayınlara da baktım. Bir dili öğrenmek gibiydi. İlk ön görüşmeyi Hakkı Başgüney ile gerçekleştirdim. Çünkü kendisinin çok beğendiğim ve hatta daha önce okumuş olsaydım bu işe kalkışmayı düşünmeyeceğim derecede iyi bir çalışması mevcut. Onun değerlendirmesine ihtiyaç duydum çünkü konuyu anlayıp anlamadığımın bir sorgusu gerekliydi. Sonra Cevat Çapan ile ön görüşmeye oturdum ve yapabilir miyim yürekliliğini ona açtım. Olumlu karşılaması ve harika sohbeti içimi ferahlattı, doğru yoldaydık. Tabii bununla bitmiyordu, Gün Zileli’den dönemin atmosferini dinledim uzunca, Ahmet Soner’den Genç Sinema tavrını anlamak da vardı. Ve nihayetinde Filiz Kutlar ve Seza Kutlar Aksoy’dan gönül izinlerini dinledim. İnanınız verdikleri izin değildi sadece, artık aynı duyguyu paylaşma yakınlığıydı. Her bir konuşmacı sevinçle karşılamanın yanında bir sonraki görüşmelerin kimlerle olmasının fikrini verdiği gibi iletişimi de üstleniyordu. Bu noktada Mustafa Göçmen’i anmadan olmaz. Kedisini geçen yıllarda bir trafik kazasında kaybettik. Onat Kutlar’ın en yakın dostlarındandır. Beni, sanki hisseder gibi, her dara düş olduğumda arar, yüreklendirirdi. Onun izlemesini ne çok isterdim.

Arşiv konusunda nelerle karşılaştığınızı merak ediyorum. Çünkü belki de belgesel yapımında en zorlayıcı taraf da burası. Arşiv görüntülere ulaşmak konusunda nasıl bir yol izlediniz?

Önder Esmer: Belgesel sürecinde bizi en çok yoran kısımlardan biridir arşiv ihtiyacı, sonuçta anlatılan hikâyeyi desteklemek ve röportaj yapısından çıkarabilmek için. Daha öncesinde Turgut Çeviker’in hazırladığı “Onat Kutlar Kitabı” arşivlere ulaşmada ilk adımdı. Sonrasında Jak Şalom’un ve aile üyelerinin kişisel arşivleri geldi. Fakat belgesel ölçeğinde yeterli diyemeyiz. Daha kapsamlı arayış olması adına yurtiçi ve yurtdışı kurumları Matthias ile epey sorguladık diyebilirim. Ama yine de yeterli bulmuyorum çünkü Türk Sinematek Derneği’nden geriye doğrudan bir şeylerin kalmamış oluşu bizi dolaylı anlatım ihtiyaçlarına zorunlu bıraktı. Buradan 12 Eylül 1980 Darbesi’nin geçmişe dair nasıl bir yıkım gerçekleştirdiğini anlayabiliriz. Bütün bunlara rağmen sürpriz gelişmeleri de yakaladık: Ömer Pekmez’in Türk Sinematek Derneği’nde gerçekleşen “Açık Oturum” kayıtlarını korumuş olması yahut da Mithat Alam Film Merkezi’nde Elif Ergezen koordinatörlüğünde sözlü tarih kapsamınca kayda alınan Rekin Teksoy, Nijat Özön ve Giovanni Scognamillo’nun Sinematek’e dair konuşmalarını bulabilmek. Neticede hepimiz elimizden geleni yaptık ve çok katkıda bulunuldu, bu konuda içimiz rahat.

Matthias Kyska: Önder’in daha önce de belirttiği gibi, Türkiye dışındaki arşivleri de araştırdık. Orada bir yandan her şeyin daha iyi kategorize edilmiş olması ve genellikle daha yüksek kalitede bulunması gibi bir avantajınız var. Öte yandan, hukuki sorunlarla uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Bu benim için şaşırtıcıydı, çünkü film projesinden önce bir görsel malzemeyi kullanmak için bazen iki farklı kişiden izin almanız gerektiğini bilmiyordum. Bu süreç uzun sürebiliyor, maliyetli olabiliyor ve tüm araştırmayı kendimiz yaptığımız için zor oluyordu. Büyük prodüksiyonların bunun için kendi arşiv araştırma ekipleri vardır.

Yabancı bir yapımcının böyle bir projeye heyecanla yaklaşması da çok kıymetli. O yüzden Matthias’ın bu konudaki düşüncelerini çok merak ediyorum. Sizin için tam olarak ne oldu da böyle bir filme yapımcı olma isteği doğdu?

Matthias Kyska: Başlangıçta film projesinin bir parçası olmam aslında bir tesadüftü. Önder’le ortak bir arkadaşımız vardı ve bu arkadaşımız bizi bir araya getirdi. Daha ilk görüşmemizde Önder bana Onat Kutlar’a ve Türk Sinematek’ine olan ilgisinden bahsetti. Tabii ki bir yabancı olarak Onat Kutlar’ın kim olduğunu bilmiyordum. Dürüst olmak gerekirse, sinematekin ne olduğunu bile tam olarak bilmiyordum.

Beni etkileyen şey Onat Kutlar ve Sinematek’in 1960’larda İstanbul’da kurduğu entelektüel film kültürüydü. Projeye başladığımızda, sinema tarihini, farklı akımları ve ülke sinemalarını sistematik bir şekilde kişisel olarak öğrenme sürecindeydim. Sinematek’in yayınladığı “Yeni Sinema” dergisini okurken Sinematek’in faaliyetlerinin benim ilgi alanlarımla birebir örtüştüğünü fark ettim. Büyük bir farkla ki Sinematek 50 yıl önce, filmler hakkında bilgiye ve filmlere erişimin çok sınırlı olduğu bir dönemde faaliyet gösteriyordu. Bunun da ötesinde Sinematek’in uğraşmak zorunda olduğu siyasi ve ekonomik sorunlar vardı. Sinematek’in hikayesinde ilham verici bulduğum ve film projesine yapımcı olarak katılmam için beni motive eden ana noktalar bunlardı. Sinematek özellikle Batı sinemasıyla ilgilendiği için bir yabancı olarak kendi adıma hikayeyle bağlantı kurmam daha kolay oldu. Bu nedenle belgeselin aynı zamanda sinema sevgisine dair evrensel bir hikâye anlattığına ve dolayısıyla Türkiye dışında da izleyici bulacağına inanıyorum.

Yönetmen Önder açısından ilk filmin, hem de direkt olarak ilk uzun metrajlı filmin belgesel olmuş olmasının kendisinde nasıl bir karşılığı var merak ediyorum. Bundan sonrası için sinema yolculuğunuza dair şimdiden bakınca neler düşünüyorsunuz?

Önder Esmer: Öncelikle Onat Kutlar’a ve Türk Sinematek Derneği’ne dair bir belgesel yapmış olmaktan dolayı onurlu hissediyorum. Hepimiz öyleyiz.

Sinema özelinde kişisel başlangıçlarımı kurmaca kısa film üzerinden yapmaya çalışmıştım, fakat geçmiş dönemlerin amatör, romantik hevesleri ve yarım kalan çalışmalar bir yığın olarak duruyor öylece. Başlangıçta bilme isteğinden doğdu, belgesel bu bilmenin arayışına bir yol oldu benim için. Çünkü yapmak istediğime dair ne varsa bunların çözüm yorumlarını “Yeni Sinema Dergisi” yazarlarında çokça buldum, dönemin diğer dergileri için de öyle. Sonrasının yolculuğu için buradan öğrendiğim zemini hatırlamak kalıyor. Ama kendime aitleyerek yahut atıflayarak değil, genç arkadaşlarıma hatırlatır gibi tekrar ederek.

Filmin büyük bir bölümünün röportajlar etrafında ilerlediğini görüyoruz. Bu durumun bir yönetmen açısından nasıl bir etkisi oldu? Bu röportajlardaki gerçek kişileri yönetmek kurmaca bir filme ait karakterleri yönetmekle eş değer bir amaç taşıyabildi mi?

Önder Esmer: Türk Sinematek Derneğine ait bir yapının, mekânın yahut görsel belgelerin günümüze ulaşamamasından kaynaklı sözlü anlatımlarla çevrelemek zorundaydık. Ama bu durum Sinematek özelinde değildir diye düşünüyorum, çünkü 12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında çoğu kurum aynı kaderi paylaştı. Tabii bizim için dezavantaj biraz fazlaydı, elimizden geldiğince çeşitlendirmeye çabaladık.

Aslında konuşmacılarımızı yönetmek gibi bir durum olmadı, hatırlatmaktı daha çok. Tuhaf olansa aynı hikayelerde buluşuyor olmalarıydı anlatım esnasında. Tıpkı sizin gibi dinledim. Fakat anlatılacak değinileri az çok biliyordum, bu sebepten konuşmacı tercihlerinde Hülya Uçansu’nun hazırladığı “Onat Kutlar’a Mektup Var” kitabının çok katkısı oldu. Geçen zaman ile görüşme imkânı bulamadığımızdan dolayı ulaşamadığımız konuşmacıların pişmanlığını yaşadığımı söyleyebilirim. Hatta diyebilirim ki, bizden bir on yıl kadar önce çekilseydi de: Hüseyin Baş’ı, Ülkü Tamer’i, Şakir Eczacıbaşı’nı da dinleyebilseydik.

Yaşanılanlar itibariyle ve filme de yansıyan düşüncelerle bu filmin politik bir tarafı olmaması kaçınılmaz. Direkt olarak Kutlar’ın politik bir yaşam ve politik bir ölüm etrafında hayatının geçmiş olması da bunun bir karşılığı. Bu durumun filmi şu ana taşırken sizin üzerinizde nasıl bir etkisi oldu? Ayrıca şu anda güncel politikayla yüzleşen sinema izleyicisi üzerinde geçmişte yaşanan bu olayların nasıl bir etkisi olması beklenebilir?

Önder Esmer: Dönemin ruhunda ve duruşunda bir devrim inancı yükselirken, kendilerini tıpkı 1917 Sovyet Devrimi öncesindeki rönesans sanatçıları olarak atıflamaları beni çok etkilemişti. Evet bir devrim olacak ve bizler bunun kurucu sanatçıları olacağız inancı. Bu döneme dair her aydının, gencin yankılanan ortak bir tavrı. Ve bahsi geçen kavramlar bugün farklı alt metinler ile sönümlendi diyebilirim. Politik anlamda izleyiciye belki anımsatıcı olur, çünkü hikâyemiz 28 Nisan Öğrenci Olayları’ndan başlıyor tıpkı Gezi Parkı Eylemleri gibi. Ama düşününce, bizim yaşadığımız güncel politika sahte ve popülist olsa da geçmişe göre yaşadığımız şeyler daha travmatik. Umuyorum bu günleri geride bırakacağız ve yeniden inşa etmek üzere bize atıflamak kalacak.

Şu anki Sinematek hakkındaki düşünceleriniz neler? Uzunca zamandır araştırma içerisinde olduğunuz eski Sinematek ile karşılaştırdığınızda şu anki işleyişi nasıl görüyorsunuz? Sizin için bu iki farklı dönemin Sinematek’i arasındaki benzer veya farklı yönler nelerdir?

Önder Esmer: Türk Sinematek Derneği’ni sorgularken “Sinematek” kavramı üzerinden eleştirmeyi doğru bulmuştum. Tabii basit bir tarifleme olursa, temelinde bir arşiv kurumu olup sinema özelinde faaliyetleri olan ve bulunduğu ülke özerkliğinde yapısı çeşitlendirilebilen kamuya dönük bir sinema müzesi. Üç ilkeyi önemli görür: Arşiv, Gösterim ve Eğitim. Türk Sinematek Derneği döneminin koşulları içinde değerlendirildiğinde, arşiv birimi mevcut imkanlarınca ve sınırlanan olanaklarla ertelenmiş olsa da gösterim faaliyeti ile kültürel bir dönüşüme katkı sunuyor. Aynı oranda eğitim ilkesini “Yeni Sinema Dergisi” üzerinden yazılarla ve “Açık Oturumlar” kapsamındaki buluşmalarla sürdürme gayretinde. Ama bütün bunların dışında “yeni sinema” düşü kuruyor. Kısa tutmak adına özetlemek zorundayım.

Günümüzde kurulan Sinematek/Sinema Evi için çok detaylı sorgulama yaptığım söylenemez. Pek zamandır gidemediğim gibi faaliyetlerini tek tek bilmem gerekir, çıkarımım doğru olmaz. Nihayetinde uzun vadeli düşünmek gerekli, çalışmalarının “yerli” yerine oturabilmesi için. Yapı itibariyle harika bir mekân, fakat işleyiş konusundaki tavırlarını da bilmiyorum diyebilirim. Ama yıllarca Onat Kutlar ve Sinematek hakkında asılsız sözler söylemiş Metin Erksan’ın filmleriyle açılışı yapmış olmaları çok yadırgatıcı gelmişti. Daha uzun soluklu ve ayrı bir konu olduğunu düşünüyorum bu sorunuzun.

Matthias Kyska: Belki şunu da ekleyebilirim: Dijital çağda Sinematek – Sinema Evi kaçınılmaz olarak Türk Sinematek Derneği’nden farklı bir rol üstleniyor. Bu da insanların film izleme alışkanlıklarıyla ilgili. Elli yıl önce Sinematek Derneği sanat filmlerinin izlenebileceği tek yerken, Sinematek’in sosyal bir buluşma yeri olması doğaldı diye düşünüyorum. Bugün ise izleyici daha anonim, neredeyse tüm filmlere internet üzerinden ulaşılabiliyor ve pek çok izleyici filmleri bilgisayarından ya da televizyonundan izlemekle yetiniyor. Bu benim gözümde üzücü bir gelişme, çünkü sanat filmleri perdede her zaman farklı bir etki bırakır ve kolektif bir izleme deneyimi her zaman daha iyi bir anlayış ve takdire yol açar. Bu gelişmeye karşı koymak zor ama umarım gelecekte Sinematek/Sinema Evi, izleyicilerin sinema salonu dışında vakit geçirmekten keyif alacakları, belki de sosyalleşebilecekleri ve böylece sinemayı yeniden sosyal bir düşünce biçimi olarak teşvik edecek güzel bir kafe açar.

Filminizi gösterecek olan festivalin filminize dair temsiliyet görevi gördüğünü düşünüyor musunuz? Türkiye Sinemasına dair yoğun bir politik alt metin taşıyan filminizin, bugünün siyasi angajmanından koparamayacağımız festivallerde var olması film açısından nasıl bir düşünceye denk düşüyor?

Önder Esmer: Öncelikle sorularınızı çok beğendiğimi söyleyebilirim. Bu konuyu incelerken tezimde belirttiğim sonuca dair çıkarımı aktarmak isterim:

“Sinematek” kavramı üzerinden kurulmak istenen yapı, döneminin çok sesli bir imkânı olarak kabul edilirken sürdürebilirliği sağlanamayıp 1980 Askeri Darbesi ile kapatılmıştır. Sinema sanatının gösteri olarak tek sesli kavranışı “Festival” kavramı ile tüketen sürdürebilirliğe bırakılmıştır.”

Sinematekler yakaladığı ortam yaratımı üzerinden var olurlar aslında. Sadece bir filmi izlemek üzere değil, sinemaya dair “kurtarılmış bölge” olarak tariflenen özerk mekânlardır. Henri Langlois’ın da değişiyle “Sinematek’siz filmcilik kurulmaz” diyebileceğimiz yerdir. Festival kavramı ise daha süreli buluşmaların mekânıdır, gösteri ilkesinin tüketilen yeridir aslında. Orada fikirleriniz buluşmaz.

Onat Kutlar’ın, İstanbul Film Festivali’nin kurucularından olması elbette ki kendilerinin de yad ettiği bir durum olacaktır, o yüzden ortak bir saygıyı paylaşıyoruz diyebilirim.

Festivali bir ulaşma aracı olarak görmek durumundayız, uzun metraj belgesel filmlerin katılabileceği platformların sınırlı olduğunu da düşünürsek, aslında eleştirilmesi gereken çok fazla şey çıkıyor ortaya. Ama planımız bu kapsamın biraz dışında. Festivaller sonrası kurumlara ve üniversitelerin ilgili bölümlerine konuk olarak belgeselimizi izletmek ve nasıl yaptığımızı anlatmak en büyük arzumuz. Size bu konuda katılıyorum, ama “sürdürebilirlik” dediğimiz meseleyi göz ardı edemeyiz.

Festivalde filmi gösterilecek olan bir film ekibine sorulması gereken sorulardan birinin de festivalin bilet politikası olduğunu düşünüyorum. İzleyicinin bugünün ekonomik şartlarında bu fiyatlara bilet alıyor olması festival açısından size ne düşündürüyor? Sizce Onat Kutlar bugün yaşasaydı acaba bu köklü festivalin bu fiyatlara bilet sattığını görse ne düşünürdü?

Önder Esmer: Bahsettiğiniz duruma katılıyorum, sadece filmler için değil diğer sanat faaliyetlerine katılım da belirli bir kesimin ulaşabildiği etkinlikler haline geldi.

Son olarak filminizin izleyicilerine ve Othon Cinema okuyucularına söylemek istediğiniz şeyleri duymak isteriz.

Önder Esmer: Umuyoruz keyifli bir seyir olur herkes için.

Verdiğiniz tüm cevaplar için teşekkürler. Filminize ve sizlere başarılar diliyorum.

Önder Esmer: Biz teşekkür ederiz.

Röportaj: Enes Serenli


Posted

in

by

Comments

Yorum bırakın