Sinema, Bir İdeal

Farkında olmasa da bugünün film seyircisi, tam anlamıyla bireysel film biçimlerinin gerçek doğuşuna tanık oluyor. Sinemanın bilinçli bir ideal, fikir üreten ve koşullu düşüncenin zehirli gidişatını berraklaştıran topluma yön veren ilham verici bir biçim olma kaygısı Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkıyor. Sinemayla beslenen Amerika’nın genç film yapımcıları, bu soylu sanatın çok biçimliliklerini yeniden değerlendiriyorlar. Belgesel, eğitim ya da eğlence materyallerini ele alan Sinema değil, film yapımcısının ruhunun doğrudan ürünü olan saf Sinema; biricik ruhu olarak koruduğu şiir.

Hayattaki esas haz, hayal gücünün enginleşmesidir. Ancak bu enginleşme Ikarusça* olmamalıdır. Güneşe ne çok yakın ne de çok uzak. Film yapımcısı ile zihinleri, bedenleri ve kültürleri barışa veya savaşa sürükleyen o büyük güç arasında belirli bir mesafe devamlı olarak korunmalıdır.

Bugün Sinemanın şiirsel ruhunun meçhul koruyucuları olarak sadece birkaç kişiyi sayabiliriz. Bunlar: Josef von Sternberg (Salvation Hunters, The Sea Gull, The Devil is a Woman); Erich von Stroheim Greed); Genina (Prix de beauté); Jean Cocteau (Orphée); Robert Bresson (Les Dames du Bois de Boulogne); Carl Theodor Dreyer (The Strange Adventure of David Gray); Leni Riefenstahl (Olympia, Parts One and Two); Sergei Mikhailovich Eisenstein (Jvan the Terrible); Charles Chaplin (Limelight); Nazimova (Salomé); Roberto Rossellini (The Miracle, The Flowers of St. Francis); ve Dimitri Kirsanov’un eserleridir. Bütün bu film yapımcıları arasında, saf bir Sinema’da, örneğin, Moulin Rouge, Gone with the Wind, Seventh Heaven, Sunrise gibi, bir araya gelen tüm o sanatların içinde taklit değil bir duyum olan o unsuru, Şiiri eserlerinde uygulayan tek bir kişi var. O kişi Dimitri Kirsanov’dur.

Diğer bütün sanatların içinde, sonsuzlukla en çok ilgilenen Sinema’dır. O, seyircisine huzur verir. Aslında, Tiyatro, Resim, Heykel ve Edebiyat sanatlarında çoğu kez modern olarak adlandırılan şey, Sinema’da yüzyıllardır başarısız bir şekilde mücadele edilen zamanın sembolünden başka bir şey değildir. Sinemada, zamanın akışı ve sınırlı bir alana sığdırılan mekânın yetersizliği, huzuru oluşturan sonsuzluğu deneyimleme amacıyla birleştirilir. Bu sebeple Sinema yeni bir toplumun habercisidir.

The Dead Ones (1967)

Bir dakikadan (örneğin elle renklendirilen ilk Pathé filmleri) dokuz saate kadar (Fellini’nin dokuz saatlik projesinin bir parçası olan yeni eseri La Dolce Vita), Sinema, resmeder, yok eder, ilham verir hatta bazen seyircisini yüceltir. Dolayısıyla Sinema, yönetmenin yüce müdahalesiyle geleceğin ilk adımı olan Kaos’un mutlak temsilcisidir. Tıpkı değerli birer cisim gibi, her bir film karesi, seyirciye günlük yaşamının sınırlı boyutlarının ötesine geçmesine izin verir ve ilham veren karanlıkta ekranın önünde oturduğu odasından tazelenmiş ve esinlenmiş bir şekilde dönmesini sağlar.

Yunanistan’da çekilen ve Elias Venezis’in romanından uyarlanan Amerikan Eastman renkli filmi Serenity’de dikkatimi çeken ilk şey Venezis’in romanındaki evrensel öğelerdi. 1922 yılında, Yunan ve Türk hükümetleri arasında bir milyon insanın mübadele edildiği büyük felaket gerçekten zalimce bir karardı. Araştırmalarıma göre bu konuda her iki hükümet de hatalıydı. Onların hatalarını göz önüne alarak, kişisel estetik öğretilerim aracılığıyla Serenity’de huzur fikrini işlemeye çalıştım. Bir filmi tamamlamaya çalışmanın Boschvari* dehşetinin ortasında bile, çalışmamdaki şiirselliği sürdürmek için amansız bir savaşın başlatılması gerekiyordu. Nihayetinde birkaç zafer elde ettim.

Serenity (1961) filminin setinde Gregory J. Markopoulos

Roma’dan Birleşik Devletlere döndükten kısa bir süre sonra (o sırada Serenity’nin iş kopyasını düzenliyordum) avukatlarım; finansörler, ortakları ve benim aramda bir konferans düzenlemek zorunda kaldılar. Burada tartışılan önemli konular arasında benim şu önerim de yer alıyordu: Filmde son derece resimsel bir görsel anlayışı tamamlamak için neredeyse aynı anda ve sürekli olarak dört farklı dil kullanmak. Finansörler ve ortakları dört farklı dil önerimden vazgeçmem için gösterdikleri tüm çabalarıyla birlikte yenilgiye uğradılar. Savaş kazanılmış olsa da bu, gerekli ekipmanların ve stüdyo kayıtlarının tüm masrafını benim karşılamam gerektiği anlamına geliyordu.

Kullanılan diller İngilizce, Yunanca, Almanca ve Rusça’ydı. Anlaşılan bu gibi bir çabanın ilkinin kapsamı sınırlı olmalıydı. Dört farklı dilin olduğu ön izlemede, birbirlerine bağlanmış çeşitli dillerin evrensel şarkısını hissettim. Hepsi de aynı anda kendi bağımsızlıklarını doğuştan gelen bir uyumla muhafaza ettiler.

Swain (1950)

Sinema İdeali, bugün ve gelecekte film yapımcısının imtihanı olmaya devam edecektir. Ancak bu imtihanı ne kadar cesaretle karşılayacakları bilinmez. Tek umudumuz, bazılarının kendilerini dünyayı sarsan Poseidon’un oğulları olarak kanıtlayabilmesidir.

Gregory J. Markopoulos

30 Ağustos 1960

NYC


*Ikarus: Yunan mitolojisinde uçarken güneşe fazla yaklaşmasıyla kanatları yanıp denize düşerek ölen figür.

*Hieronymus Bosch: Hieronymus Bosch, 15. ve 16. yüzyıl Hollandalı ressam.


Posted

in

by

Comments

Yorum bırakın