Hollywood başarısız olmak üzere değil, tamamen başarısız oldu bile. Umutsuzluk, eleştiriler, aptalca çözümler, stüdyo personelinin ve maaşlarının toptan kesilmesi, çeşitli yeni teknik gelişmeler, “daha büyük resim,” ve “ultra-düşük bütçeli film” gibi çabalar da bu gerilemeyi durdurmaya yetmedi. Gerçek şu ki, film yapımı, diğer rastgele endüstriler gibi kar ve zarar temelli olsa da, bireysel ifade olmadan hayatta kalamaz. Filmler, sadece yapımcının kafasındaki o mükemmel izleyiciyi memnun etmek için yapılamazlar. Çünkü, zaten kanıtlanmış bu tür bir yaklaşım ne ekonomik ne de sanatsal başarıya ulaştıramaz. Bu tür filmler maddi açıdan zarar edebilir ancak hala özgür düşünebilen ve kendi kararlarını verebilen insanlar tarafından alkışlanırlar. Bu filmler maddi açıdan pek tabii zarar edebilirler, ama kendi bağımsız-özgür düşüncelerine sahip izleyicilerden alkış toplarlar. Hollywood’un “formüllerinin” ve “tariflerinin” ötesine geçmiştir bu filmler. Tabii Amerikan sinema endüstrisinin geleceğini de ciddi anlamda etkileyeceklerdir. Genelde yeni bir fikir, tanıdık olmayan bir duygu ya da farklı bir bakış açısı yalnızca bir veya iki filmde rastlandığında kitle izleyicisi tarafından kabul edilmez. Aynı şey hayat için de geçerlidir, yeni fikirleri hemen kabul etmek elbette zor olabilir. Ama yeni fikirler bir noktada değişime yol açmalıdır.

Bireysel ifadenin sadece fikirsel filmler (bize farklı perspektifler sunan filmler) veya düşündürücü filmler olması gerektiği anlamına gelmez. Elbette müzikallerin standartları yükseltilebilir ve hatta yükseltilmeli de; mizah-komedi işlenişi farklı yönlere doğru evrilebilmeli; “epik” ve “Western” ile “love story” filmleri daha özgün yaklaşımlar ve daha taze fikirler aramalıdır.
Ancak bireysel ifade yoluyla sektörün yeniden canlanma olasılığı zayıftır çünkü yeni fikirlerin sahipleri Hollywood’un büyük başlarıyla uzlaşamayacaklar. Hollywood’da yapımcılar, sanatçının yeni düşüncesini büyük paralarla ve önceki gişe başarılarına dayalı egolarıyla bastırırlar ve sanatçının yeni fikirlerini sindirirler çünkü geçmiş değersiz deneyimlerine sadık kalıp mütemadiyen yenilik yapmaktan uzak durup yaratıcılığı baltalarlar. Çoğu sanatçı bu nedenle taviz vermeye zorlanır. Bu tavizin bedeli temel inançlarına ihanettir. Bu yüzden sanatçı, filmlerden dışlanır ve “iş adamı” sahneye girer.
Ancak insan sanatta olduğu kadar başka hiçbir faaliyette kendisini tam olarak ifade edemez. Ve tarih boyunca sanatçı, hayat görüşünü ortaya koyduğu için saygı duyulmuş ve ödüllendirilmiştir. Sanatçı, toplumumuzda da yeri doldurulamaz bir figürdür: Kendi fikrini ifade edebilen, izah edebilen, eğitebilen, uyarabilen veya yatıştırabilen… dolayısıyla her anlamda insanlarla iletişim kurabilen insandır sanatçı. Anlama yeteneğinden böylesine yoksun bir evrende, dünya çapında iletişim kurma ayrıcalığına sahip olmak, bu olanakları göz ardı edip özgün bir uzlaşmayı kabul etmek sanatçıyı ve filmlerini pek tabii unutulmaya götürecektir.
Bireysel yaratıcı ifade olmadan, zaten çeşitliliği böylesine fazla olan bir dünyada hiçten başka bir şey eklenemeyecek yalnızca içi boş ve yavan bir eğlence sunacak anlamsız hayallerin ortasında kalırız. Cevap para babalarının elinde değildir, çünkü onlar için materyal başarı biriktirme arzusu kuvvetle muhtemel yapımcılığa girme sebepleridir. Dolayısıyla cevap sanatçıdan gelmeli. Sanatçı, sanatının ve sanatçı olarak ona duyulan saygının yahut takınılan tavrın kendi sorumluluğunda olduğunun anlamalıdır. Dolayısıyla sanatçı, her ne şekilde olursa olsun yapımcıya, yalnızca sanatının, sinemanın ve yapmakta olduğu işin ayakta kalabilmesi için özgürce ve tam bir yaratıcılık içerisinde olabilmesine izin vermesi gerektiğinin izahatını yapmalıdır.
John Cassavetes
Çeviri: Betül Eke

Yorum bırakın