Sinemanın Değişen Yüzü

Sinema, son on yıl içinde devrim niteliğinde değişikler yaşadı. Ne yazık ki, yeni film türleri ülkemizin ticari ekranlarına nadiren ulaşıyor. Sinema topluluklarının bu türlerle tanışıklığı var ancak ben onlara dair bilgimi çoğunlukla film festivallerinden edindim. 

Bu değişikliklerden bazıları yüzeysel ve kameramanlık ve film montajı gibi şeylerle doğrudan ilişkilidir. Son on yılda kullanılmaya başlanan yeni ekipmanlar piyasaya sürülmeseydi, bu tür değişikliklerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli. Artık kameralar her zamankinden daha kullanışlı. Bu da onları daha rahat bir şekilde kullanabileceğimiz anlamına geliyor. Artık masa kenarlarına, sandalye sırtlarına, araba kapılarına ve ağaç dallarına takabileceğiniz çok yönlü ve taşınabilir aydınlatma ekipmanları var. Bunlar dış çekime büyük kolaylık sağlıyor. Tabii bu, gerçekliğin artık bir mesele haline gelmesi demek.

Modern film yapımcısı önemli bir keşifte bulundu: güzel bir dış görünüş büyük bir çalışmada olmazsa olmaz değildir. Müzik, resim ve edebiyat uzun zaman önce dış güzelliğe yönelik mükemmellik arayışından vazgeçmişti. Film yapımcısı ise bunu sadece ara sıra yapıyordu ve geç kalınmıştı. ABD’de doğan ve gelişen fotoğraf geleneklerinin yok oluşu zor oluyor. Ancak modern kameramanlar, gerçeğin dışarıdan bakıldığında aslında ‘nahoş’ görünen bir şeyin içinde de yer alıyor olabileceğini fark ettiler. Bazen biçimsiz evlere vuran şiddetli bir gün ışığında, bazen bir sanayi şehrinin kasvetli griliğinde, hatta bazen yoksullukla dolu bir yüzün hatlarında.

Filmler de artık neredeyse edebiyat kadar geniş bir yere sahip. Bu da yazılabilen hemen hemen her şeyin filminin de yapılabileceği anlamına geliyor. Konu alanının genişlemesinin, son zamanlarda sinemada meydana gelen içsel değişimin bir temsili olduğunu söyleyebiliriz. Modern filmlerde insan ilişkilerinin nasıl açık yüreklilikle işlenildiğini biliyoruz. Bu konuda çok sayıda şey yazılıp çizilmiştir. Bence seyirci buna hazırsa ve hikâye de bunu gerektiriyorsa ekranda hemen hemen her şey tasvir edilebilir. Bir filmdeki “samimi” bir sahnenin gerekliliği için geçerli bir sanatsal sebebin veya arkasında gizli, sanatsal olmayan bir nedenin olup olmadığı kolayca anlaşılabilir.  Eğer durum ikincisiyse şiddetle kınanmalı, birincisiyse kabul edilip takdir edilmelidir.

Bizler elbette Hindistan’da önyargılar, toplumsal tabular, sanatta neyin etik ve ahlak dışı olduğuna dair çarpıtılmış bir anlayış ve eğitimsizliğin sebep olduğu takdir etmeyi bilmeme hâliyle ciddi bir şekilde sınırlanmış durumdayız. Yurtdışındaki gelişmeler göz önüne alındığında, en iyi filmlerimizin bile artık Batılı seyircilere modası geçmiş gelmesi kaçınılmazdır. Bu duruma engel olunamaz çünkü nihayetinde bir ülkenin sinemasını şekillendiren izleyicidir ve izleyicimizin daha gelişmiş diyebileceğimiz kesimi bile önyargılarından arınmış ve çağdaş sanata hak ettiği değeri vermek için yeterince donanımlı değildir.

Ancak bu, bizi umutsuzluğa düşürmemelidir. Toplumsal koşullarımız öyle bir durumda ki, Hintli bir film yapımcısı belli başlı eski ve kabul görmüş değerlerden vazgeçemez. Özellikle gelişmekte olan, henüz yeni bağımsız olmuş bir ülkede, bir deneme ve geçiş döneminde, iyi-kötü, doğru-yanlış, ahlak-ahlaksızlık gibi bazı değerli kavramlara tutunmak biraz safça olsa da önemlidir. Ancak bu, incelik ve sanatsal bütünlük eksikliğine sebep olmamalıdır. Birçok sanatçımız, Batı’yı taklit ederek yok edildi ve köklerinden koparıldı. Umuyorum ki en azından sinema, saflığını ve insanlığını korurken, aynı zamanda bir sanat dalının başına gelebilecek en kötü kaderden, durağanlıktan da kaçabilir.

Satyajit Ray

Çeviri: Gamze Kaşkaş


Posted

in

by

Tags:

Comments

Yorum bırakın