Renoir ve Güzellik Üzerine

Ve sonra Jean Renoir’ın Picnic on the Grass filmine gelelim, ne büyük dramaya sahip, ne de karmaşık maceralara, o nefes kesen heyecanlara sahip -sizi uzaklara alıp götürür ve kendinizi adeta güzellikle sarhoş olmuş bir şekilde bulursunuz. Eğer bir film güzelse, Picnic on the Grass en güzelidir. Onun manzarası güzeldir. Manzaraları, ağaçları, nehirleri ve daha fazlası: İnsanları güzeldir. İnsanları sadece dışarıdan değil (ki öyledirler), Elizabeth Taylor gibi; içeriden de güzeldirler. Onun insanları Pierre Auguste Renoir’in tabloları gibi güneşle ve kıkırdayan küçük zillerle dolup taşarlar. Jean Renoir her zaman oyunculardaki güzelliğin yönetmeni olmuştur. Onda çirkin bir şey yok. Bazı insanlar, kötülükle, atom bombasıyla savaşır. Renoir de güzellikle savaşır.

Ve sonra varolan tüm o gençlik, tüm o tazeliği es geçmemeliyim. Renoir’in sinemaya, sanata karşı hiçbir zaman büyük bir iddiası olmadı. İlk film karakterlerinden biri olan Boudu (Boudu Saved from Drowning, 1932) gibi her zaman kuralları çiğnedi. Sadece sarhoş bir Kerouac* gibi, çimenlerde ve ormanda yaşıyor, şarkı söylüyor, şaka yapıyor, dans ediyor, aptallık ediyor ve kırk yıldır bunu yapıyor. Onun kendisi sonsuza dek Yeni Dalgadır ve her defasında film kamerasını ilk kez keşfeder.

Onun söyledikleri ve bir şeyleri söyleme biçimi de güzel. Filmin ne hakkında olduğunun, temasının, konusunun ne önemi var? Aşk, güneş, ağaçlar, güzel kadınlar, çimenlerin üzerinde bir piknik üzerine veya herhangi bir şey üzerine. Sanatta ya da hayatta herhangi bir konunun ne önemi var? Önemli olan ayrıntılar, incelikler, nüanslardır. Önemli olan birinin ne söylediği değil -“Çok güzelsin” ya da “Seni seviyorum’u”- nasıl söylediğidir. Önemli olan üsluptur. Renoir’da güzel olan hep bu bakış açısıdır ve onun sanatı da bu bakış açısıdır. 

Eleştirmenlerin filmi beğenmediğini duydum. Eleştirmenler kim? Eleştirmenler büyük konuşmayı severler -zavallı miyoplar! Güzellik orada olsa bile göremiyorlar.

Tiyatrodan (Paris Tiyatrosu) çıktığımda sokaklara bakmak istemedim. Kendi içime bakmaya da cesaret edemedim. Sonbahar gecesinin ve karanlığının içinden sessizce geçtim.

13 Eylül 1960

Jonas Mekas

Çeviri: Sehrayyə Piriyeva 


Posted

in

by

Tags:

Comments

Yorum bırakın