Düşüncenin İronik Nesnesi İnsan

Buddha’nın Doğacağı Kehanetinde Bulunan Fil

Hıristiyanlıktan beş yüz yıl önce, Nepal’de, Kraliçe Maya rüyasında bedenine, Altın Dağı’nda yaşayan bir beyaz filin girdiğini görür. Bu düşsel hayvanın kazma gibi dışarı çıkık altı dişi vardır. Kralın kâhinleri, Kraliçe’nin bir oğul dünyaya getireceği ve çocuğun ya dünyanın hakimi ya da insanlığın kurtarıcısı olacağı kehanetinde bulundular. Bildiğimiz gibi, ikincisi gerçekleşti.

Hindistan’da fil evcil bir hayvandır. Beyaz alçak gönüllülüğün simgesidir; altı sayısı ise kutsaldır, uzayın altı boyutunu gösterir: Yukarı, aşağı, ileri, geri, sol ve sağ.

JORGE LUIS BORGES – DÜŞSEL VARLIKLAR KİTABI

“The Elephant Man” filminin açılış sahnesi, Eraserhead’in açılış sahnesi ile tam anlamıyla benzerdir, bu birbirine benzeyen açılış sahneleri canavarca bir doğumun alegorisidir. Bir fotoğraftaki kadının sırasıyla gözlerini, ağzını ve yüzünü melodik bir ses eşliğinde izlerken  yükselen mekanik sesle birlikte annenin yüzüne bindirilmiş fil görüntüsü aksında Merrick’in annesinin sesini –çığlığını değil endüstriyel mekanik sesi- duyarız, devamında bebek ağlayışı ile siyah bir arkaplan önünde yükselen beyaz dumanı görürüz. Bu sahne Elephant Man’in seçimlerinin  bir tercih sonucu ya da talihin bir cilvesi olarak değil, zaten doğduğu andan itibaren gösteri dünyasına ait olduğunu gösterir (çünkü annesi de gösteri dünyasındaydı).

The Elephant Man, Viktorya dönemi İngiltere’sini, dünyanın daha önce hiç görmediği hızlı bir proto-sanayileşme dönemi içinde tasvir eder. Bu zaman ve mekan seçiminde Lynch, endüstriyel unsurları kullanımı, moderniteyi ve ona dair kaygıları koşut olarak simgeliyor;

Merrick’in doğumunun sanrılarla anlatıldığı açılış sahnesinde hamile annesi filler tarafından ezilirken onun çığlıklarına eşlik eden hem (insanın karşı duramayacağı ezici bir güç olarak) filleri hem de endüstriyalizmin yıkıcı ilerleyişini temsil eden ritmik makine sesi, makine fiziksel olarak görünmese dahi sesi metaforik olarak mekânı işgal ediyor. Bu, Lynch’in filmlerinde sıkça işlenen bir temadır; moderniteyi radikal olarak daha ileriye götürme tutkusu ile makineye duyulan hayranlık daha haysiyetli bir yaşam için kırsala duyulan özlem arasında bir çatışmadır. Bu açıdan mekan The Elephant Man ve Eraserhead‘de aynı endüstriyel cehennemdir.

Tarihi bir vaka olarak “The Elephant Man” (1862-1890) ve  David Lynch’in “The Elephant Man”(1980 ) John Merrick yorumunda, Merrick’in insanileştirilmesi onun İngiliz toplumuna kabulü için sorumluluk büyük ölçüde Doktor Frederick Treves’e (Anthony Hopkins) yükleniyor. Bu nedenle The Elephant Man filmini, toplum tarafından dışlanmış, fiziksel olarak görüntüsü korkutucu bu insanın muhafazakar (Viktoryen Dönem) İngiliz  toplumuna katılmasının zorluklarını ve bu sosyal dünyaya yavaşça kabul edilmesini içeren süreci basit ahlaki bir hikaye olarak yorumlamak cazip gelebilir.

Eraserhead“, The Elephant Man‘in suret -form olarak insan dışı bir figüre yaklaşımın tersine çevrilmiş ilk imajıdır.The Elephant Man’de Merrick’in kötü muamele görmüş ve hayatı boyunca sömürülmüş bir insana benzeyen olarak içinde bulunduğu kötü durum dramatize edilir ve bu öyküleştirme Bytes ve diğer sömürücü karakterlerin karşısına (bu karşıt olma durumunu sömürenler ve merhamet edenler olarak duygusal bir düzeyde yorumlayacağımız gibi modernitenin büyüttüğü sınıfsal bir karşıtlık olarak da yorumlayabiliriz). Treves, karısı ve Bayan Kendall gibi Merrick’e sempati duyan karakterler konumlandırılarak izleyicilerin Merrick ile hoşgörü anlamında katharsis kurması kolaylaştırılır. Treves’in Merrick’i ilk gördüğünde gözyaşı dökmesi gibi acıma duygusuna dair işaretler olsa da Merrick konuşarak, öğrenerek ve kendisi gibi olmayanlarla iletişim kurarak yani insanlığını kanıtlayana kadar -dili, logusu kullanabildiği ölçüde-, geçen süre boyunca istisnasız toplum tarafından bir canavar olarak sömürülürmeye devam eder . “Eraserhead“te ise “bebek” figürü, filmde  izleyicinin insan olduğunu anlayamayacağı (kulakları ve uzuvları kesilmiş, iç organlarının dışarı çıkmasını önlemek için gazlı beze sarılmış bir hilkat garibesi olarak) ama “insan” olduğu hissedilen (tam “insan sûretinde” görünmese de) Ebeveynleri Henry ile Mary tarafından da insan olarak görülen ve sevilen bir bebektir.

David Lynch, filmlerinde sanayileşmeye karşın keskin bir karşı duruşun, sanayileşmenin toplum ve çevre üzerindeki etkisi hakkındaki bakış açısını sanayi ve fabrikalarla ilişkilendirilen sesler ve görüntülerle imaj ve ses olarak bir kontrast oluşturuyor. Victoria döneminde geçen “The Elephant Man” filminde endüstriyel makinalar, onların işgal ettiği mekanın insandışılığı, mekanın tabiattan koparak rahatsız edici bir ses ile inleyen mekanik bir kütleyi temsil etmesi, sanayileşmenin dünyayı yavaşça ele geçirdiğini gösterdiği negatif  imajlardır (Bu negatif  imajları Eraserhead başta olmak üzere diğer filmlerinde de kullanmıştır.) Filmin henüz başlarında Doktor Treves’in (Anthony Hopkins) bir iş makinasının sebep olduğu işçinin ölü bedeni üzerinde yaptığı çalışma buna bir örnektir, bu işçi makinanın öldürdüğü pek çok işçiden sadece biridir.

19. yüzyılın tarihî vakası John Merrick’in (John Hurt) bir sirk fenomeninden  tıbbî bir merak nesnesine ve bu ilerlemenin sonunda Viktorya dönemi beyefendisine dönüşmesi süreci; Lynch’e burjuva hümanizmini tarihselleştirmek ve bu burjuva hümanizminin, insanlık dışı, canavarca veya iğrenç olan nedir’e dair sorularının sınırlarını -çerçevesini- anlatabileceği bir imkan tanır. John Merrick, Dr. Frederick Treves’in (Anthony Hopkins) dersinde sessiz bir dekor olarak rol aldıktan sonra onu zeka olarak doğuştan geri kalmış bir aptal olarak tanımlar, Merrick, Bytes’in (Freddie Jones – John Merrick’in sahibi) şovundan sömürü yaşamına geri döndüğünde acımasızca dövülür, bu olayı duyan Doktor Treves bir süre için Londra Devlet Hastanesi’nin çatısındaki tecrit odasında onu saklar. Bu tecrit odası Bytes’ın onu sömürdüğü zindana nispetle mekansal bir iyileşmedir, fakat bu tecrit odasının doğası gereği mekan olarak bir başka sömürü mekanının bir başka biçimidir. Ötekinin ya da toplumdan dışlanmış olanın ihlal edilen mahremiyeti ve bu mahrem, –özge alanı ihlal edenin yaşadığı otantik korkuyu Merrick’in yemeğini teslim eden hemşirede apaçık görebiliriz ki Eraserhead ve The Elephant Man’de de benzer sahnelerle– otantik alanının ihlal edilmesi ile savunmasız kalan insanı görürüz. Lynch’ in karakterleri The Elephant Man‘de de görüldüğü üzere öz olarak ilk günahın kaygısı ile her ne kadar Hristiyan olsa da (eksiksiz bir beden olarak) Eraserhead’de  insan olmayı, insandaki iyi’yi bulmada seçtikleri yol ve yordam teolojik değil bilinç temelli eğitim* denilen insanın kendilik meditastona dair (naturalist ve pagan) bir metottur. 

Bir mülk olarak görülen Merrick için sahiplerinin söylemi  her ne kadar özgür bir insan olduğu yönünde olsa da ona bir eşya -meta- gibi davrandığını söylemek en kestirme yorum olarak görünse de eksiktir, bu köle ve sahibi açmazı, köle sahibinin üzerinde yaşadığı mekanın tarihsel ve politik bağlamını filmde hikaye edilen Viktoryen dönemin verisi olarak kabul edersek bu dönemin  insana  dair politik çıkarımı -ötekine- tahakküm nasıl kurulabilir sorusu bağlamında kölenin -ötekinin- insan olmadığı değil, her kim olursa olsun bazı insanların zaten köle olmak zorunda olduğudur. 

The Elephant Man, form -biçim- olarak görülen ile idea olarak görülemeyenin ilişkisini, bu ilişkinin bir sahneyi seyrederken hayal gücümüzdeki karşılığını ve bu karşılığın etik yaşamın talepleri ve sorumluluklarıyla nasıl ilintili olduğunu anlatan bir filmdir. Film, ruhun bedenle olan ilişkisi, bedenin sahibi tarafından algılanışı, bedenin başkaları tarafından algılanışı –nasıl göründüğü- gibi merkezi soruları gündeme getirir. Lynch, Merrick’in deforme olmuş bir imaj olarak görülmesini değil, hayal gücümüzü devreye sokarak içsel bir görme biçimi vasıtası ile Merrick’i insanlaştırmamızıister.

Merrick’in odası genellikle farklı sınıflardan gelen meraklı seyircilerin ayinsel gösterisi için bir mekan -sahne- olmuştur örneğin gece bekçisi Sonny Jim’in Merrick’in odasını -ve Merrick’i- belirli bir ücret karşılığında “karnavallaştırmıştır” Hıristiyan teolojisi bağlamında Carne-vale yani ete bedene -dışsallığa- değil Merrick’in içselliğini gösteri malzemesi yapmıştır. Karnavalvari gösteri The Elephant Man’in genel olarak mekanıdır. Merrick’in burjuva insanlaş(tır)ma sürecinde bir hilkat garibesinden bir vizyonere, duru görüsü olan bir kahine evrilmesinde karnavalvari gösterilerde onu hayret ve korkuyla izleyenlerin meraklı bakışları asıl etkendir, Merrick’in içselliğini inşa eden şey, dışsalllıktır bu yüzden. Merrickiçin  her tecrit odası görünüşte bir ikametgah olmasına rağmen aslında penceresinden benlik dışını –toplumu-  benliği –içselliği- ile seyrettiği –meditaston théatron-’udur.

The Elephant Man’in son sahnesi için siyasi mesajının ne olduğuna dair çıkarım şu olabilir;  filmin başında var olan siyasi yapıların filmin sonunda büyük ölçüde değişmeden, revizyona uğramadan aynı kalmasıyla film hikaye edilen zaman ve mekanı yorumlayarak politik olarak teselli edici bir balış açısı, sosyal adalete dair geniş ölçekli bir çözüm veya insan haklarına dair yasal bir düzenleme yapılmalıydı yönünde bir teklifte bulunmuyor. Tarihî olan dönüştürülerek pastoral olana nostaljik bir özlem olarak stilize ediliyor, bu da şu ana fikri önceliyor;  endüstriyel kapitalizm insanlık dışıdır, bu yüzden Merrick bu insanlık dışılığın  korkutucu temsilidir, bir imdir. Merrick’e hastanede kalıcı bir yer verilmesinin ne Kraliçe’nin isteğiyle ne hastane reformlarıyla ne de engellilerin sömürülmemesi için yapılmış konuşmalarla bir ilintisi vardır. Merrick’in insanileştirme yolunda onu takdir edemeyenlerin kendileri de sınıfsal anlamda bir tür kurbandır; bundan dolayıdır ki Merrick’i ve onun insan olarak değeriniözsel olarak değil biçimsel olarak tanımlayarak vermişlerdir.

Merrick’in insanileşmesi dili -logosu- kullanması ve konuşarak iletişime geçmesiyle ilgili bir süreçtir ki onun deforme olan bedensel yeri sadece kafasıdır ancak film izleyene insan olmak için ön şart olarak olarak konuşma yetisinin yeter sebep olmadığını, konuşmanın bir logos sahibi olmanın ötesinde daha içsel hissî -sezgisel- bir benlik kavrayışı olması gerektiğini anlatır. Treves’in, Merrick’in dili kullabildiğini keşfetmesi ile o, kendisine hitap edilen biridir artık, fakat bu keşif  ile Treves ve diğerlerinin Merrick’i sadece kelimeleri anlamlı bir şekilde dizerek konuşabilen bir hayvan olarak mı görüyor sorusunun cevabı belirsizdir, bu belirsizlik film boyunca Merrick ve toplum arasında süren bir gerginliktir ve bu gerginlik Merrick’in yalnız kaldığında ayna karşısında “ben kendim ve toplum için neyim” sorusunun tekinsiz kendini ölüme terkeden bir gerilimidir ne var ki bazen bakıcı hemşireleri Merrick’in odasında ayna bulunmasını iyi niyetle olduğunu düşünürsek yasaklar, çünkü Merrick’in toplum tarafından nasıl görüldüğünü kendi gözleriyle görmesi istemez. Merrick’in hayal gücüyle tasarladığı bir kilise replikası önünde gördüğümüz son sahnede,  toplumun gördüğü ayna ve Merrick’in gördüğü arasında biçime aşkın insani bir görmenin dile gelişi arasında karşıtlık kuran bu replika kilise metaforudur, ki bu hayal gücü ile ya da ilhamla tasarlanan kilise replikası, sanayi modernitesinin makineleşen kentleri ile karşıtlık kurabileceğimiz teolojik bir imajdır. Merrick burjuva toplumun sosyal kuralları konusunda ne kadar eğitilirse eğitilsin odası ne kadar konforlu olursa olsun asla resimde gördüğü genç kız gibi huzur içinde uyayamacağını, bu uyumanın deforme görünüşü itibariyle imkansız olduğunu, onu öldüreceğini bilir yine de uyur devamında annesinin fotoğrafı görülür. Aslında Merrick’in ölmediğini, yıldızlara evren-tanrıya dönüştüğünü –hristiyan teolojisinde olmayan bu dönüşümü- annesinin okuduğu şiirle öğreniriz;

Hiç, ama hiçbir şey ölmeyecek

Nehir akar, rüzgar eser

Bulut süzülür, kalp çarpar

Hiçbir şey ölmeyecek.

(David Lynch – Büyük Balık )

Semih Alkan


Posted

in

by

Tags:

Comments

Yorum bırakın