Graham Swon ile Röportaj

Graham Swon © Joffrey Speno

Filminiz belirli bir zaman ve mekânda geçiyor -1939’da Amerika’nın Orta Batısı- ancak sanki herhangi bir yerde ve zamanda geçebilirmiş gibi de hissettiriyor. Gerçek hayattaki dahi yazar Barbara’ya atıfta bulunmanın ötesinde, bu tarihi ve coğrafi ortamı seçmenizin başka nedenleri var mıydı?

Çoğu zaman bir şeylerin ardındaki nedenler sezgiseldir. Senaryonun ilk unsurları üzerinde çalışırken, 1930’ların sonlarını ve o dönemin ve sonraki on yılların melodramlarını düşünüyordum. Hikâye kendini oraya yeşertti ve ben de onu takip ettim.

1939, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde değil, dünyanın her yerinde yaşanan büyük bir değişim dönemidir sanayileşme hızla yayılmakta ve İkinci Dünya Savaşı dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel durumunu dramatik bir şekilde değiştirmek üzeredir. Dünyanın tarihsel durumunun, melodramda yaşanan olaylarla paralel olmasını istedim: karakterler için büyük değişimler gerçekleşmek üzere. Bu değişimlerin iyi mi, kötü mü yoksa nötr mü olduğunu ise izleyicinin yorumuna bırakıyorum.

An Evening Song (for three voices)

Film, sakin görüntülerle karakterize edilen belirgin, rüya gibi bir estetiğe sahip. Bu görünümü elde etmek için kullandığınız tekniklerden bahsedebilir misiniz?

“An Evening Song” filmi, görüntü yönetmeni Barton Cortright ile birlikte tasarladığımız özel bir kamera ile çekildi. Temel olarak, 4×5 boyutunda bir fotografik viewcamera kullandık. Bu tür kameralar ayna olmadan çalışır ve görüntüyü odaklama ve kadrajlama için büyük bir buzlu cam tabakasına yansıtır. Bu kamerayı ilk kullandığımda, camın üzerinde beliren görüntünün büyüsüne kapıldım –keskin ama yumuşak, hayaletvari bir yapısı vardı, pastel renkler ve camın dokusu görüntünün bir parçası hâline geliyordu. Normalde, böyle bir kamerayla çekilen fotoğraflar bu özellikleri taşımaz; çünkü bu etkiler camdan gelir, negatife yansımaz. Ancak biz kamerayı, görüntüyü doğrudan buzlu camdan dijital sinema kamerasıyla kaydedebilecek şekilde düzenledik. Böylece bu etki, tamamen kamera içinde elde edildi ve sonradan dijital müdahalelerle yaratılmadı. Ortaya çıkan görüntüden çok memnunum. Modern dijital teknolojiler olmadan üretilemeyecek olsa da bir şekilde dönemsel bir hissiyat taşıyor.

Filmin “şarkı” kelimesini içeren ana başlığı ve “üç ses” diye nitelenen alt başlığının her ikisi de güçlü müzikal çağrışımlar taşıyor. Filmde gerçek anlamda şarkı söylenmese de üç karakterin bilinç akışını deneyimliyoruz. Bu konseptler arkasındaki fikri detaylandırabilir misiniz?

Filmin başlığı An Evening Song, İngilizcede “günbatımında söylenen dua” anlamına gelen “Evensong” teriminden türetilmiştir. Bu başlığı seçtim çünkü hem temalarla hem de eserin genel tarzıyla uyumlu göründü; Martha’nın dindarlığı, hayvanların yok oluşu, Barbara’nın kayboluşu gibi unsurlarla bir bağ kuruluyor. Alt başlık olan “for three voices” ise hem tüm eseri bir kompozisyon olarak vurgulamak hem de film boyunca bir arada olan anlatıcıları belirtmek için seçildi. Bu, hikâyedeki üç anlatıcının düşünce akışlarının ve perspektiflerinin, üçlü bir müzikal gibi bir araya gelip daha geniş bir anlatıyı şekillendirmesini temsil ediyor.

Sinema, zaman ve ritim, sessizlik ve ses ile ilgilendiği için özünde müzikal bir sanattır. Ayrıca sinemada görüntü ve görüntünün yoksunluğu arasındaki denge de büyük bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, Amos Vogel’in Film as a Subversive Art (1974) adlı kitabındaki bir tartışma beni her zaman çok etkilemiştir. Vogel, bir film projeksiyonunda kareler arasındaki algılanamaz karanlıkların öneminden bahseder ve bunu, bir müzik bestesinde notalar arasındaki sessizliğin önemine benzetir. Bu bakış açısı, sinemanın sadece görünen ve duyulan öğelerle değil, aynı zamanda boşluklarla, sessizliklerle ve fark edilmesi güç unsurlarla da çalıştığını vurgular. Tıpkı müzikte sessizliklerin ritmi ve duyguyu şekillendirmesi gibi, sinemada da karanlıklar ve boşluklar, filmin genel deneyimine derinlik ve anlam katar. Bu düşünce, sinemanın hem teknik hem de sanatsal olarak müzikle ne kadar paralel bir yapıya sahip olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koyuyor.

Genel olarak sinema ve edebiyat arasındaki bağlantıyı nasıl algılıyorsunuz? Bu iki sanat formu hem birlikte hem de ayrı ayrı sizin için ne ifade ediyor?

Sinema birçok açıdan bileşik bir sanat formudur – kendine özgü nitelikleri vardır, ancak bu nitelikler, diğer birçok sanat formundan (fotoğrafçılık, tiyatro, edebiyat, müzik) alınan öğelerin birleşiminden türetilir. Tabii ki, ‘saf’ bir sinema anlayışı vardır, ancak genellikle sinema dediğimizde kastettiğimiz şey bu değildir. Ben, seslendirme (voice over) kullanımını daha edebi bir şekilde keşfetmek istedim – yani, hikâyeyi ilerletmek için basit bir araç olarak kullanmaktan ziyade, her karakterin içsel yaşamını ve bakış açısını aktarmayı hedefledim. Sinema hala genç bir sanat formudur ve bence edebiyat, müzik ve görsel sanatların uzun geçmişlerinden öğrenerek pek çok yeni fikir geliştirebiliriz. Kişisel olarak, bu sanat dallarının da sinema kadar filmlerim üzerinde etkili olduğunu düşünüyorum.

Bir film yapımcısı olarak romancılara sürekli hayranlık duyuyor ve onları kıskanıyorum. Onların sınırları sadece kendi hayal güçleri, becerileri ve zamanlarıdır, oysa bir film birçok fiziksel unsurla sınırlandırılmıştır (en önemlisi de her zaman paradır).  

An Evening Song (for three voices)

Filminiz yakında İstanbul’da, şehrin en önde gelen sinema salonlarından birinde izleyiciyle buluşacak. Nasıl hissediyorsunuz?

Bu çok iyi! İnsanlar filmi sinemada izleyebildiklerinde her zaman çok mutlu oluyorum – çünkü film, sinemada gösterilmek üzere tasarlandı. Pek çok izleyicinin filmi laptop ya da televizyonda izlemek zorunda kalacak olması beni her zaman üzmüştür. An Evening Song, izleyiciyi içine alacak şekilde tasarlandı ve tam etkisini gösterebilmesi için büyük bir projeksiyon ve kuşatıcı ses sistemine ihtiyacı var.

Tüm cevaplarınız için teşekkürler, yakında İstanbul’da görüşmek üzere!


Röportaj: Matthias Kyska, Enes Serenli

Çeviri: Enes Serenli


Posted

in

by

Tags:

Comments

Yorum bırakın