Bu röportajın çevirisinde emeği geçen ve yayın konusunda bize olanak sağlayan Ahmet D. Soysal’a çok teşekkür ederiz.

Jean-Luc Godard, Cahiers du Cinéma’nın ofisinde / Fotoğraf: Jack Garofalo
Godard: Eğer deyim yerindeyse “biçim sorunları”nı nasıl ele alıyorsunuz? Onların pek düşünülmediğini biliyorum, daha doğrusu film yapılırken pek düşünülmüyor, ama önce ve sonra düşünülüyor. Örneğin, kesince düşünülmüyor. Böyle olmakla beraber, kendime hep sonradan soruyorum: Niye burda kestim de şurda kesmedim? Ve başkalarında da anlayamadığım tek şey bu: Neden kesmek ya da kesmemek?
Bresson: Ben de, sizin gibi, bunun salt sezgisel bir şey olması gerektiğine inanıyorum. Sezgisel değilse, kötü bir şeydir. Her neyse, benim için en önemli şeydir bu.
Godard: Yine de bunun analiz edilebilmesi gerekir…
Bresson: Ben filmimi yalnızca biçim yoluyla görüyorum. İlginçtir: Onu yeniden gördüğümde, yalnızca plan’lar görüyorum. Filmin dokunaklı olup olmadığını hiç bilmiyorum.
Godard: Bence, kendi filmlerinden birini görebilmek için çok uzun bir süre geçmektedir. Bir gün, küçük bir köyde bulunuyorsunuz, Japonya’da ya da başka bir yerde, ve filminizi yeniden görüyorsunuz. O anda, onu bilinmeyen bir nesne gibi alabilirsiniz, olağan bir gösteri olarak. Ama bence çok uzun bir süre gerekir. Filmi karşılamaya hazırlanmış olmamak da gereklidir.
Bresson: Benim için, yeniden bu konuya dönüyorum, biçimin çok büyük bir önemi vardır. Çok büyük. Ve bence biçim, ritmleri getirir. Oysa, ritmler çok güçlüdür. En önce gelen şeydir.
Filmin açımlaması (commentaire) yapıldığında bile, bu açımlama bir ritm gibi görülür, hissedilir. Sonra, o bir renktir (soğuk ya da sıcak olabilir), sonra da bir anlamı vardır. Ama anlam en son gelir.
Oysa ben, seyirciye varışın her şeyden önce bir ritm sorunu olduğuna inanıyorum. Buna eminim.
Bir plan’ın, bir sekans’ın kompozisyonunda, demek ki ilk önce ritm vardır. Ama bu kompozisyon önceden tasarlanmamalıdır, salt sezgisel olması gerekir. O daha çok, örneğin, dışarıda çekim yaptığımızda, ve bir önceki gün hiç bilinmeyen bir yere geldiğimizde doğar. Yeniliğin karşısında, emprovize etmemiz gerekir.
Çok iyi olan budur: Yaptığımız plan’a, çabucak, yeni bir denge bulma zorunlululuğu.
Yani burda da fazla uzun düşünceye inanmıyorum. Düşünce, şeyleri yalnızca bir tasarının yerine getirilişi olmaya indirgiyor. Şeyler, içtepisel olarak gelmelidirler.
Godard: Sinema üstüne düşünceleriniz -eğer var idiyse- geliştiler mi, ve nasıl? Düne ya da dünden öncesine göre nasıl film çekiyorsunuz bugün? Ve son filminizden sonra, sinemayı nasıl düşünüyorsunuz? Bugün ben şunu farkediyorum: Eskiden, bundan üç dört yıl kadar önce, sinema üstüne fikirlerim varmış. Şimdi artık yok. Ve olması için, sinema yapmayı sürdürmem gerekiyor, yenilerini kendime sağlayana kadar. Öyleyse şöyle diyelim: Sinemaya göre kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Yapılan sinemaya göre demiyorum, ama sinema sanatına göre?
Bresson: Hayır, yine de yapılana göre kendimi nasıl hissettiğimi size söylemem gerekli. Daha dün, biri bana (bu bana bazen, istenmeden söylenen bir kınama sözüdür): “Neden hiç filmleri görmeye gitmiyorsunuz?” dedi. Çünkü bu kesinlikle doğrudur: Onları görmeye gitmem. Bana korku verirler de ondan. Tam ve sadece bu yüzden. Çünkü günden güne ve gitgide onlardan uzaklaştığımı, bugünkü filmlerden uzaklaştığımı hissediyorum. Ve bu beni çok korkutuyor, çünkü bütün bu filmlerin halk tarafından kabul edildiğini görüyorum, ve kendi filmlerimin halk tarafından kabul edildiğini önceden hiç görmüyorum. Ve korkuyorum. Başka bir şeye duyarlı kılınmış ve benim yaptığıma duyarsızlaşmış bir halka bir şey sunmaktan korkuyorum. Ama işte bundan dolayı da arasıra bir film izlemeye gitmek bana ilginç geliyor. Ne kadar uzaklık olduğunu görmek için. O zaman, bence yanlış ayakla yola başlamış, yani müzikale, fotoğraflı tiyatroya gömülen ve gücü ile ilginçliğinden (yalnızca ilginçliğinden değil, yetkesinden de) her şeyi kaybetmekte olan ve felakete doğru giden bir sinemadan, istemeyerek, gitgide uzaklaştığımı fark ediyorum.
Filmlerin çok pahalı olduğundan ya da televizyonun bir rakip olduğundan değil, ama sadece bu sinemanın bir sanat olmadığından dolayı, öyle olduğunu öne sürse de: O, sahte bir sanattır yalnızca, başka bir sanatın biçimi altında kendini dışa vurmaya çalışan. Oysa, bu sanat çeşidi kadar kötü ve etkisiz bir şey yoktur.
Benim imajlar ve sesler ile yapmaya çalıştığıma gelecek olursak, elbette ki yanılmayanın kendim olduğu ve yanılanların da ötekiler olduğu izlenimindeyim, Ama, ilkin fazla sayıda araçla karşı karşıya bulunduğum (onları indirgemeye çalışıyorum, çünkü sinemayı öldüren bir başka şey de araçların çokluğudur. Lükstür ve lüks sanatlara hiçbir şey getirmemiştir), sonra da olağanüstü araçlara sahip olduğum izlenimindeyim, aynı zamanda. Bu beni size başka bir şey söylemeye itiyor: Bence sanatlar -isterseniz güzel sanatlar diyelim- sonlarına geldiler. Ölmekteler.
Godard: Evet, ben de öyle düşünüyorum.
Bresson: Artık onlardan hemen hemen hiçbir şey kalmadı. Yakında, varolmayacaklardır. Ama işin ilginç yanı şu ki, sinema, radyo, televizyon tarafından öldürülmüş olsalar da, yine de, onları öldüren bu sinema, bu radyo, bu televizyondur sonunda bir sanatı yeniden kuracak olan, sanatları yeniden kuracak olan -ama elbette ki başka bir tarzda, ve belki de sanat sözcüğü bile artık kullanılmayacaktır. Her neyse, artık aynı şey olmayacaktır.
Sinemayla ve sinematografla demeyi yeğlerim, çünkü Cocteau’nun yaptığı gibi sinema ile, yani alışılmış filmler ile, yine de sinematografik sanat olan arasında ayrım yapmayı seviyorum- öyleyse sinematografla yeniden yaşayacaktır, sinemanın öldürmekte olduğu sanat. Sanatların bu ölümünün suçlusu, suçlular, demek ki bugünkü mekanik yayın araçlarıdır. Bu konuda, Ionesco geçen gün oldukça güzel ve çok doğru bir şey söyledi: Mucizeler karşısındayız. Sinema, radyo, televizyon mucizelerdir, ama mucizevi olmayan, filmlerdir, televizyon programlarıdır, radyo röportajlarıdır. Demek ki sanat geç kalmaktadır.
Belki de sanatın mucizelere göre geç kaldığını söylemek o kadar doğru değildir, daha doğru olarak sanatın mucizeler tarafından öldürüldüğü, ama bu mucizeler sayesinde yeniden yaşaması gerektiği söylenmelidir.
Godard: Ben bunu bu şekilde belirtmezdim, ama ben de sonun geldiğini düşünüyorum. Yalnız, hiç bilmiyorum nasıl…
Bresson: Nasıl yeniden yola koyulacak?…
Godard: Evet, nasıl yeniden yola koyulacak.
Bresson: Ben, sinemada değil de sinematografta olağanüstü, harika bir sanat hissediyorum; ama bu hiç ele alınmamış. Ben ele almaya çalışıyorum. Harika olan ben değil, yararlanabileceğim araçlardır. Bu araçlardan yararlanmaya çalışıyorum ve tiyatroya kapıyı kapayarak -hem de iki kez sürgüleyerek!, sinematografın en büyük düşmanıdır çünkü o.
Ve ben bunu size söyleyebilirim, siz ki aktörler kullanıyorsunuz, ve onları kullanmasını biliyorsunuz…
Godard: Siz şunu demek istiyorsunuz: Tiyatro, sinematografta düşmandır, ama bir sahnede değil…
Bresson: Elbette. Tiyatro, tiyatrodur. Zaten bu yüzdendir ki tiyatroyu değiştir-mek isteyen tiyatro adamları, onu hiç değiştiremeyeceklerdir. O vardır, onu değiştiremezsiniz, ya da o zaman tiyatrodan başka bir şey olacaktır. Çünkü tiyatroyu değiştirmek isteyerek, onu sinemayla birleştirmek isteyerek, ikisi de öldürülür: Hem sinema, hem de tiyatro. Hiçbir karışım olanağı yoktur.
Tiyatronun sinemaya burnunu soktuğu her sefer felaket meydana gelir, ve bunun tersi de geçerlidir, sinemanın sahneye burnunu soktuğu her sefer. Sonuca bakın, o olağanüstü gürültüler, o projeksiyonlar, o imaj oyunları üretilmek is-tendiğinde… Nedir bunlar? Tiyatro değil!
Godard: Demin aktörlerden söz ediyordunuz…
Bresson: Aktörler mi? İşte…
Godard: Ben aktör ile aktör olmayan arasındaki farkı görmüyorum, çünkü nasıl olsa yaşamda varolan biridir.
Bresson: Ama işte ordadır, bence, ordadır nokta, onun etrafında döner her şey…
Godard: Eğer elimizde bir tiyatro oyuncusu varsa, o zaman onu… Bence olduğu gibi almak gerekir: Bir aktör olarak, ve hep şuna varabiliriz…
Bresson: Yapılacak bir şey yok.
Godard: Yapılacak bir şeyin olmadığı bir an geliyor kuşkusuz, ama bir şeyin yapılabileceği bir an da var.
Bresson: Denedim, eskiden. Ve bir şey yapmaya neredeyse eriştim. Ama bir hendeğin kazıldığını farkettim…
Godard: Ama yine de bir erkek ya da bir kadın var şurda, karşımızda.
Bresson: Hayır.
Godard: Hayır mı?
Bresson: Çünkü o, alışkanlıklar edinmiştir.
Ama çok fazla inceliklere, soyutluklara gömülmekte olduğumuzu düşünüyorum. İçinde bütün bunları açıkladığım o notları, yazmakta olduğum o kitabı bitireceğim. Ve bana çok sayfa gerekiyor neyin olup bittiğini açıklamak için, farkı açıklamak için, kendini içine sokmaya çalışan, kendini unutmaya çalışan, çalışan… Ve hiçbir şeye varmayan bir profesyonel aktör ile…
Cahiers du Cinema, Şubat 1966
Çeviri: Nisan Kitap, 1991 – Ahmet D. Soysal

Yorum bırakın