Gerald Kargl ile Röportaj

Katil Werner Kniesek’in hikâyesine dayanan bu filmin (Angst) ortaya çıkmasındaki ilk motivasyon kaynağınız neydi?

O dönemde birkaç kısa film çekmiştim. Angst filminin senaryosuna katkıda bulunan ve de görüntü yönetmenliğini yapan Zbigniew Rybczynski ile ve daha önce Franz Klammer’le bir kısa film çekmiştik. Ayrıca Bogdan Dziworski adında bir Polonyalı görüntü yönetmeni daha projede yer alıyordu.

Bu kısa filmlerden sonra artık bir uzun metrajlı film çekmek istiyordum. O dönemde, yani 1970’ler ve 80’lerde “Genç Avusturya Sineması” olarak adlandırılan akımda yaygın olan türde bir politik ajitasyon temasıyla ilgilenmiyordum. Daha dramatik bir şey yapmak istiyordum – temel insanlık durumlarıyla ilgili bir şey. Derken Kniesek vakası karşıma çıktı. Nihai tahliyesine sadece birkaç hafta kala, kişisel işlerini halledebilmesi için kendisine izin verilen bir adam, bu fırsatı bir aileyi yok etmek için kullandı. Temelde hedef aldığı kişiler değil, tamamen rastlantısal kurbanlardı. Herhangi biri de aynı şekilde kurban olabilirdi. Bu suç, büyük bir politik skandala yol açtı. Dönemin sosyal demokrat hükümeti, adalet reformlarında fazla liberal ve ileri gitmekle suçlandı. Oysa bu doğrudan bir neden değildi. Kniesek, büyük olasılıkla suçunu nihai tahliyesinden sonra da işlemiş olacaktı. Ancak eline geçen ilk fırsatı kullanmış olması, onun hapishanede geçirdiği yıllarda ne kadar büyük bir içsel baskı altında olduğunu gösteriyor. Üstelik bu durumu gardiyanlardan, psikologdan vs. gizlemiş olması gerekiyordu. Benim ilgimi çeken bu yönüydü: Psikolojisi. Dramatik bir hikâye için uygun bir zemindi. Politik bir açıklama yapmak değildi amacım, fakat daha derinlikli bir bakış açısıyla da olsa, izleyiciyi etkileyen bir hikâye anlatmaktı. Bu yönüyle, filmdeki dış ses bazı içsel durumlara dair ipuçları verir.

Filmin estetiği ve teknik yönü hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Bu biçimsel kararlar neden alındı?

Filmin estetiği büyük ölçüde Zbigniew Rybczynski’nin yaptığı kamera çalışması sayesinde ortaya çıktı. Kendisi çeşitli önerilerde bulunmuştu. Örneğin, kameranın önüne bir ayna yerleştirmiştik. Kamera sahneyi doğrudan değil, aynadaki yansımadan çekiyordu. Bu, mekânı genişletti, çünkü ayna sayesinde kameranın odak noktası aynanın arkasına kaymış oluyordu. Böylece kamera sanal pozisyonlar alabiliyordu –yani fiziksel olarak bulunamayacağı açılardan görüntü alıyordu.

Mesela hapishane sahnesinde, kamera sanki yerin altından, fayansların arasından çekim yapıyormuş gibi görünür. Ya da filmin ilerleyen bölümlerinde, evin içinde bazı sahnelerde kamera sanki duvarın arkasından çekim yapıyormuş izlenimi verir.

Angst inanılmaz bir atmosfere sahip. Korkunç, yabancılaştırıcı, melankolik. Bunda Klaus Schulze müziğinin de etkisi var. Nasıl bir işbirliği yaptığınızdan bahseder misiniz? 

Evet, Klaus Schulze’ün seçimi birçok kişi tarafından sürpriz olarak görülüyor. Klasik anlamda bir Avusturyalı film müzisyeni düşünemiyordum. Zaten o dönemde Avusturya’da öyle biri olduğunu da sanmıyorum. Bernard Herrmann gibi bir “Tanrı” ile çalışmak bir hayal olurdu ama tabii ki ulaşılmazdı.

Ben o zamanlar daha çok elektronik ve elektroakustik müzik dinliyordum. Klaus Schulze’ün X albümünde bir parça vardı —gizemli ve hipnotik bir havası vardı. “Tam da bu” diye düşündüm.

Klaus’la iletişime geçtim; o sırada Viyana’da bir konser veriyordu. İlgi gösterdi, filmin kaba kurgusunu izledi ve hemen heyecanlandı. Filmin bir kült yapım olacağını söyledi. Bu konuda benden daha öngörülüydü, çünkü ben o zaman böyle bir ihtimali hiç düşünmemiştim.

Kısa bir süre sonra Münih’te bir konseri vesilesiyle buluştuk. O parça temel alınarak film müziğini birlikte geliştirdik. Klaus çok rahat biriydi, maalesef artık aramızda değil. Tüm müzikleri iki gün içinde kaydettik. O gizemli ve hipnotik hava ise tamamen korunmuş oldu.

Film, gösterime girdikten hemen sonra sansürle karşılaştı. Yıllar içerisinde çeşitli festivallerdeki gösterimler sayesinde yavaş yavaş bir “kült film” statüsüne ulaştı. Gaspar Noé gibi yönetmenler bu filmden büyük bir övgüyle bahsediyor. Siz, yönetmen ve yapımcı olarak, filmin yayımlandığı 1983’ten bugüne kadarki bu uzun süreci nasıl yaşadınız?

Filmi ben kendim finanse etmiştim. O dönemlerde Avusturya’da bugünkü gibi bir film fonu yoktu. Yalnızca Eğitim Bakanlığı’na bağlı küçük bir bütçe vardı ve oradan destek almaya çalıştım. Ama nafileydi. Film tamamlandığında, ağır borç altındaydım.

Neyse ki “Angst”tan kısa süre sonra reklam sektöründe çalışmaya başladım ve bu sayede harcadığım parayı geri kazanıp borçlarımı kapatabildim.

Filmin uluslararası “Splatter” (Kasıtlı olarak kan ve sansürlenmemiş şiddetin grafik tasvirlerine odaklanan korku filmlerine ait tür) camiası tarafından keşfedilmesi asla hedefim değildi. Zaten ben bu filmi bir splatter-movie olarak da görmüyorum. Bugün bir sanat filmi olarak değerlendiriliyor —zaman işte böyle değişiyor.

1983’te film Avusturya’da sinemalara girdiğinde burun kıvırdılar. Bu bana zarar verdi ve bir sonraki filmi finanse etme çabamı da büyük ölçüde engelledi.

Yine de bu “aykırı” konumuma rağmen hiç ara vermeden çalışabildim. Yaklaşık 80 reklam filmi ve sonrasında 40’tan fazla kısa ve uzun belgesel çektim. Ama bunların hiçbiri uluslararası ölçekte pek de fark edilmedi.

Tüm cevaplarınız için teşekkür ederiz.


Röportaj: Matthias Kyska

Katkılarından ötürü sevgili Serdar Kökçeoğlu’na teşekkür ederiz.


Posted

in

by

Tags:

Comments

Yorum bırakın