Evil Does Not Exist’te Doğa ve Kültür Diyalektiği Üzerine

Bu metinde, sadece filmin şaşırtıcı ve aynı zamanda gizemli sonunu çözmeye çalışacağım. Bu sayede “Evil Does Not Exist” isminin belirsizliği de açıklanacak. Filmin olay örgüsü çok basit ve açıklamaya ihtiyaç duymuyor, fakat rahatsız edici ve filmin geri kalanıyla tamamen tutarsız görünen bir son var. Ancak, bu sadece ilk bakışta öyle görünüyor, çünkü daha yakından incelendiğinde baş karakterin “kötü” eylemi, onun yaşam tutumunayla tutarlı hale geliyor.

Film sonunda, olay örgüsündeki çatışmalar çözülmüş gibi görünüyor: Başlangıçta Tokyo’dan gelen büyük bir şirketin temsilcisi olarak köyde yerel halkın onayına karşı lüks bir kamp alanı kurmak ve böylece doğayı yok etmek isteyen Takahashi, fikrini değiştirmiş ve artık doğa ile uyum içinde yaşamak istiyor, tam olarak başkarakter Takumi gibi. Ancak Takumi’nin küçük kızı Hana aniden kaybolduğunda film radikal bir şekilde yön değiştiriyor. Final sahnesinde Takumi ve Takahashi Hana’yı ölü buluyorlar. Takahashi kızı kurtarmak istiyor, ancak yaklaşmadan önce Takumi tarafından durdurulup boğuluyor.

Film boyunca doğa seven ve iyi bir insan olarak görünen Takumi, neden kızına yardım etmeye çalışan başka bir kişiye aniden saldırdı? Bunun nedenini öğrenmek için arka planı yeniden oluşturmamız ve bağlamı anlamamız gerekiyor. Hana kaybolduktan sonra, bir avcı tarafından muhtemelen vurulan ve yaralanan bir geyik yavrusu vardı. Hana, hayvana yaklaşmak ve yardım etmek istemiş, ancak anne geyik tarafından saldırıya uğrayarak öldürülmüş. Geyik normalde barışçıl bir hayvandır, ancak yavruları tehdit edildiğinde saldırgan ve acımasız olabilir. Ancak sadece içgüdüsel olarak tepki veren ve yavrusunu korumak isteyen bir hayvan olarak, ahlaki açıdan kötü bir eylemde bulunamaz. Film ismini düşünerek, burada geçici olarak şöyle bir varsayım ileri sürebiliriz: Doğada kötülük diye bir şey yok.

Bu olaydan kısa bir süre sonra yaşananlar, önceki hayvan-insan karşılaşmasının bir yansımasıdır. Takumi ve Takahashi Hana’yı bulduklarında, Hana çoktan ölmüştü. Normalde barışçıl bir insan olan Takumi, aniden saldırganlaşır ve aslında Takumi’nin yaralı kızına yardım etmek ve iyi bir şey yapmak isteyen Takahashi’ye saldırır. Ancak, içgüdüsel bir varlık olarak çocuğuna zarar vermek istemediğini anlayamayan geyik gibi Takumi de Takahashi’nin zarar vermek istemediğini anlayamaz. Ancak Takumi bir geyik değil, bir insan, bu sebepten onun eylemini hayvan için öne sürdüğümüz argümanın aynısıyla haklı çıkarmak zor gibi görünüyor: Kötülük diye bir şey yok. Çünkü insan olarak, o hem doğanın hem de kültürün bir parçasıdır (ki bu, ahlaki düşünceyi de içerir). Takumi’nin saf doğa haline geldiğini ve kültürün bir parçası olmadığını söyleyebiliriz. Bu, karakterin ormanda yalnız başına ve medeniyetten uzakta yaşamasıyla da resmedilen bir durumdur.

İşte tam bu noktada, belki de tüm filmi ve olay örgüsünü farklı bir perspektifte değerlendiren bir çelişki ortaya çıkıyor. Film, Takumi ve yerlilerin yaşadığı küçük köyü doğal, henüz kapitalizm ve uygarlık tarafından yok edilmemiş cennet gibi bir orijinal hal olarak tasvir ediyor.. Tokyo’dan gelen büyük şirketin iki temsilcisi köye lüks bir kamp alanı inşa etme planını anlattıklarında, köylüler buna karşı çıkıyor, çünkü kamp alanı ormandaki temiz kaynakları kirletecektir. Kültür, doğayı tehdit ediyor. Bu duygu, doğanın estetik ve meditatif imgeleri tarafından da güçlendirilir. Ancak yukarıda Takumi’nin saldırısında gördüğümüz gibi, kültürün tamamen yok olması (bir insanın saf, doğal bir varlık olarak var olması), ahlakın kaybolmasına ve insani bir bakış açısıyla bize “kötü” görünen eylemlere yol açar.

Ancak doğa ile kültür arasındaki bu çelişki sadece köy ile şehir arasındaki savaşta değil, aynı zamanda Takumi ile Hana arasındaki ilişkide de görünüyor. Takumi tamamen doğaya bağlı bir adamdır, ancak aynı zamanda kızı Hana ile empatik bir insan ilişkisi kuramıyor. Takumi’nin çok fazla içgüdüleriyle hareket eden bir hayvan gibi ve biraz da rasyonel bir insan gibi davrandığı söylenebilir.

Sonuç olarak, film, bize köylüleri iyi, şehirli insanları kötü olarak sunan yüzeysel mesajını – doğa iyidir, kültür kötüdür – alt üst ediyor. Çok fazla doğa, insanları insan dünyasında kötü şeyler yapmaya sevk edebilir, çünkü onları empatiyi eksik bırakmaya ve içgüdülerini kurban etmeye iter. İnsan, cenneti terk etmiş ve bilgi ağacından yemiştir. Kutsal Kitap’ta da belirtildiği gibi: “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.” (Genesis 3:4–5) Yasak meyveyi yedikten sonra insanlar doğa ile birlikteliklerini kaybettiler, ancak iyi ile kötüyü ayırt etme yeteneğini kazandılar.

“Kötülük Diye Bir Şey Yok” söylemi doğa ve hayvanlar için geçerlidir, çünkü orada kötülük olasılığı yoktur, özgürlükleri yoktur ve iyi ile kötü arasında seçim yapamazlar. Ancak insanlar için, “Kötülük Diye Bir Şey Var” geçerlidir ve bu kötülük olasılığı aynı zamanda insanın özgürlüğüdür.

Matthias Kyska


Posted

in

by

Comments

“Evil Does Not Exist’te Doğa ve Kültür Diyalektiği Üzerine” için bir cevap

  1. Sercan Karaman Avatar
    Sercan Karaman

    filmin sonu, bir anda filmi ve filmi izlerken geçirdiğim süreyi anlamsız kılmıştı.bakış açısının paylaşıldığı bu yazı ile birlikte her şey kafamın içinde yerine oturdu.film kadar etkili,filme anlam katan bu bakış açısı doğacı bir insan olarak bu günden sonraki bana da çok şey katacak. Olağan üstü bakış açınızı paylaştığınız için müteşekkir im.teşekkür ve saygılarımla

    Beğen

Yorum bırakın